Profesör Trevor Watkins Aşıklı Höyük’ü anlatıyor;
Kazı İzleri sergimizin İskoçya aşamasında, Güneybatı Asya Neolitik döneminin en önemli uzmanlarından, Prof. Trevor Watkins özel bir konferans verdi, ve Aşıklı Höyük’ün Neolitik dönem araştırmaları açısından neden önemli olduğunu anlattı. Prof. Watkins, Aşıklı Höyük’te kazı ve araştırmaların son bulgularını ve bilim dünyasına katkılarını o kadar güzel özetliyor ki, bu konferansın metnini, Watkins’in kendi hazırladığı slaytlarla birlikte yayınlamak istedik.
Bir arkeolog olarak işim, sizi Orta Anadolu’daki bu ücra yere götürmek ve böylece sanatçıların karşılaştıkları şeylerden bir şeyler görebilmeniz. İnsanların Aşıklı Höyük gibi bir yerin tarih öncesi kalıntılarına tepki vermelerinin nedenlerinden biri, arkeolojinin bir şekilde bizi başlangıçlarımızla karşı karşıya bıraktığını hissedebiliyor olmamız.
Üniversitelerin ne yapacaklarını kestirmek zordur. 1927’de Edinburgh Üniversitesi, genç ve tanınmayan bir solcu sosyalisti tarih öncesi arkeoloji kürsüsünün yeni başkanı olarak atadı. Bu gencin tek önemli yayını, Avrupa tarihöncesine dair çığır açan bir çalışmaydı. Bu atama çok iyi oldu. Gordon Childe Edinburgh’da sadece arkeoloji öğretimini kurmakla kalmadı, aynı zamanda yirminci yüzyılın ortalarında onun önde gelen bir tarihöncesi arkeolog olmasını sağlayan dikkate değer bir dizi kitap yayınladı. Her iki ya da üç yılda bir gözden geçirilen ve güncellenen “Avrupa Uygarlığının Şafağı” kitabı, ben lisans eğitimimi alırken Avrupa tarihöncesi üzerine en standart yayındı (Ben 1960 yılında mezun oldum).
Ama Gordon Childe geniş halk kitlesi için yazdı. Kamuoyunun geçmiş hakkındaki görüşlerini etkilemeyi halâ sürdüren devrimci fikirleri savundu. 1936’da yazdığı küçük kitabı “Kendini Yaratan İnsan” da tüm insanlık tarihini üç aşamada anlattı. Marx ve Engels’in tanımladığı şekliyle Sanayi Devrimini aldı, ve benzer şekilde iki devrimci dönüşüm daha olduğunu öne sürdü. Neolitik devrimde insanlar, göçer toplayıcı gruplar olarak yaşarken çiftçilikle geçinen yerleşik topluluklar halinde yaşamaya başladılar. Kentleşme devriminde ilk şehirlerin, ilk krallıkların, yazının başlangıcının ve kentsel olan daha pek çok şeyin ortaya çıktığı görüldü.
İkinci Dünya Savaşının ortasında Penguin Books Childe’a bir başka ince kitap ısmarladı: “Tarihte Neler Oldu-Roma İmparatorluğu’nun çöküşüne kadar Eski Dünya’da kültürel ve ahlaki değerlerin yükselişi ve düşüşü üzerine bir çalışma”. Kitap milyonlarca sattı. Kitabın o zamanki amacı, Nazi ideolojisinin bir parçası haline gelen, bir anlamda tarih öncesi Almanlar olan Aryanların, Avrupa medeniyetinin oluşumu için tarih öncesinde merkezi önemi olduğu fikrine karşı çıkmaktı.
Artık dünyada Neolitik bir devrimin bağımsız olarak gerçekleştiği en az yedi bölge olduğunu biliyoruz. Ancak en kapsamlı şekilde araştırılan bölge Güneybatı Asya’da. Bu harita kabaca nerede olduğumuzu gösteriyor. Koyu kırmızı-kahverengi bölge, yerleşik hale gelen topluluklar için en erken kanıta sahip olduğumuz yerdir – bu, onların kalıcı yerleşimler inşa ettikleri ve yaşadıkları anlamına gelir. Rakamlar Milattan Önce tarihleridir. Bu ilk gelişmelerin o yay ile sınırlı olduğunu düşünürdük. Ancak Aşıklı Höyük’teki kazılar bize Orta Anadolu’nun da bu çekirdek alanın bir parçası olduğunu gösteriyor. Bu çekirdekten oklar dışarıya doğru çıkar. Avrupa hakkında en çok bilgiye sahibiz (ve örneğin Kuzey Afrika hakkında en az), bu nedenle yeni yaşam biçiminin Avrupa’ya yayılması iyi bir şekilde belgelenmiştir. Bu yayılma, M.Ö. 6000’lerde Ege boyunca ve güneydoğu Avrupa’ya, Orta Avrupa’dan Akdeniz’e ve M.Ö. 5000’lerde güney İspanya’ya ve M.Ö. 4000’lerde İngiltere’ye uzanır. Nüfusun genişlemesi ve çiftçiliğin ve çiftlik arazilerinin yayılması süreci dünyanın diğer bölgelerinde tekrarlandı. Neolitik devrim insanlık tarihinin akışını değiştirdi.
Haydi gelin, şimdi İstanbul uçağına binelim, oradan birkaç saatlik bir iç hat uçuşuna geçelim. Anadolu platosunun ortasına varacağız. Aşıklı Höyük’ün yerini bulmak için oldukça ücra ve pek de yoğun nüfusu olmayan bir yere gitmemiz gerekecek. Anadolu platosu rakımı 1000 m’dir, ancak çoğu düz değildir. Aşıklı Höyük’ten çok uzakta olmayan bir yerde volkanik bir masif var, Hasan Dağ. Jeolojik geçmişte, püskürmeler Kapadokya arazisini katman katman tüflerle kapladı. Aşıklı Höyük, dağlardan akan dere ve nehirlerin şekillendirdiği bu tüf arazisinin kenarında yer almaktadır.
Melendiz nehri, tüf arazisi boyunca dar bir kanyon oluşturmuştur ve Aşıklı Höyük , nehrin daha açık bir araziye çıktığı bir kıvrımda yer almaktadır. Höyük kocamandır (Türkçe’de höyük, Arapça’daki “tell” gibi yerleşim olan tepe anlamına gelir). Bin yıllık yerleşim birikiminden oluşan tepe tam 16 metre yüksekliğindedir. Kapsamlı bir radyokarbon tarihlemesine göre Aşıklı Höyük için resmi tarihler, M.Ö. 8350 ila 7350 arasındadır, ancak bundan daha erkene düşen tarihlemeler de vardır, bu da kazıların henüz en erken yerleşimi bulmadığı anlamına gelir. Dikey bir fotoğraf bize nehrin höyüğün tabanını nasıl sardığını gösteriyor. Aslında, nehrin değişen seyri höyüğün çoğunu aşındırmış; dik kenarları görebilirsiniz. Gördüğünüz gibi höyüğün tepesinde geniş bir alan kazıldı. Ve arkeologlar, daha erken katmanlara ulaşmak için höyüğün dik bir şekilde aşınmış kenarlarından yararlandılar.
Kazı yeri, 1960’larda Birmingham Üniversitesi’nde benden yaklaşık iki yıl geride olan bir doktora öğrencisi tarafından bulundu ve tanımlandı. 1989’da, İstanbul Üniversitesi’nden bir Türk arkeolog tarafından ilk kazılar başlatıldı; üniversitenin Prehistorya Bölümü’ne başkanlık eden olağanüstü yetenekli kadınlardan ikincisi. Başka bir kadın arkeolog, Mihriban Özbaşaran, ondan görevi devraldı ve 2008’den başlayarak yeni ve iddialı bir araştırma programı başlattı. İlk kazılar, höyüğün tepesinde geniş bir alan açarak, birbirine çok yakın ve sıvalı zeminleri olan kerpiç evleri ortaya çıkardı. Yüzlerce veya birkaç bin kişilik nüfuslu bir yerleşim yeri ortaya çıktı.
Burada, yerleşimin basitleştirilmiş bir planını görüyorsunuz. Sağda ise, aynı alanın, evlerin düz çatılarını gösteren canlandırmasını. Ara sokaklar var. Planın aşağı kesiminde ise azımsanmayacak genişlikte bir sokak. Ancak evlerin çoğu birbirine yakın kümelenmiştir ve zemin seviyesinde kapıların olmadığını anlayabilirsiniz. Bu evlere, açık çalışma alanları sağlayan düz çatılarından erişiliyordu.
Burada gördüğünüz gibi, zemini kazılan evin yaşam alanı oldukça derli topluydu. Evlerin bir kısmı iki odalıydı ve ikinci odanın genellikle bir depo olarak kullanıldığına dair kanıtlar var.
Aşınmış sarp kenarlardan birinde, kazı ekipleri en erken seviyelere ulaşmak için tüm stratigrafik diziyi sabırla kazdılar. İlk yerleşim seviyelerindeki evler oldukça farklıydı. Bu evler yuvarlak olup, kerpiç duvarla çevrili silindirik bir çukura inşa edilmişlerdi. Diğer çok erken Neolitik yerleşim yerlerinden de benzer yarı yeraltı evleri biliyoruz. Aşıklı Höyük’ten yaklaşık bin yıl öncesine tarihlenen bir alanı Kuzey Irak’ta kazdım, orada da buna benzeyen yarı gömülü evler vardı.
Şimdi bu evlerden ikisine, yukardan dikey olarak bakıyoruz. Evlerin kerpiç duvarlarını görebilirsiniz. Ve bu evde, tahıl tanelerini yiyecek veya un haline getirmek için büyük bir taş havan var ve zeminin altına gömülmüş sıkıca katlanmış bir gövde var. Güneybatı Asya’nın Neolitik Çağı boyunca, ölüleri evin içine gömmek yaygın bir gelenekti.
Zeminin kenarlarında bir dizi küçük dairesel delik vardır; bunlar çatıyı destekleyen direklerin oturduğu zemin seviyesinin altında yerlerdir.
En son tabakadaki yerleşim düzenini ve en erken evlerin ne kadar farklı olduğunu gördünüz. Bu fotoğrafta, tüm tabakaların dikey kesitine bakıyorsunuz. Ev zeminlerinin sık sık yeniden yapıldığını görebiliyorsunuz. Eğer yakından bakabilseydik, açmanın üst üste gelen evlerin duvarlarını nerede kestiğini görebilirdik. (Bir insan ölçeği sağlamak için de karım devreye girdi.) Şu anda bin yıl süresince ve asırlar boyunca birbiri ardından inşa edilen, bakımı yapılan ve yeniden inşa edilen evleri görmektesiniz.
Bir evin bir önceki evi nasıl takip ettiğini görebilmeniz için derin kesitin üst kısmının basitleştirilmiş bir çizimini de ekledim. Bir evin yenilenmesi gerektiğinde, çatının keresteleri kaldırılıyor ve yeni evin temelini oluşturmak üzere, çatı ile duvarların üst kısımları bastırılarak sıkıştırılıyordu.
Mihriban Özbaşaran ve ekibi, kazdıkları evlerin benzeri model evler inşa etmek için çok zaman ve çaba harcadılar. Kazı alanı küçük bir köyden sadece birkaç yüz metre ötede ve bu köyde eskiden beri kerpiç evlerde yaşayan köylüler var. Köylülerden bazıları neredeyse unutulmuş olan teknik bilgilerini paylaşması için işe alındı. Burada, kerpiçler güneşte kurutuluyor.
Ardından bir grup model evin temelleri ortaya çıkıyor.
Ve burada model evler yarı yarıya inşa edilmişler. Duvarlar tamamlandığında, kalın bir kat sıva yapılacak.
Çatı kirişleri, nehir kıyısındaki sazlardan yapılmış hasırla kaplanıyor, ardından yeniden saz seriliyor ve son olarak, düz çatıyı oluşturmak için kalın bir çamur tabakası kullanılıyor.
Model evler iki amaca hizmet eder: Birincisi, ekibin, evlerin yapımı için gereken emek ve malzeme girdisini tahmin edebilmesi. ikincisi, zaman içinde evlerin kendi yaşam döngüleri, ne kadar bakıma ihtiyaçları olduğu vb. hakkında bilgi edinmeleri. Aynı zamanda ziyaretçilere arkeolojik kalıntıların neyi temsil ettiğini göstermenin bir yoludur.
Çatılara çıkmak için merdivenler kullanılır.
Çatılarda Neolitik orijinaller gibi giriş delikleri ve merdivenler vardır.
Bu iç mekanda, evin zemin altı gömüsü bile bulunmaktadır.
Bununla birlikte, deneysel evler grubunun bu görünümünde de görebileceğiniz gibi, ziyaretçiler için zemin seviyesinde kapıların olması gerekir.
Erken dönem yarı gömülü yuvarlak evler veya daha sonraki, sıkışık, dikdörtgen evler olsun, Aşıklı Höyük’ün binaları, Anadolu platosunun iklim koşullarına uygundur. Kışlar çok soğuktur ve sıcaklığı muhafaza etmek önemlidir; yazlar sıcak ve kuraktır ve binanın minimum düzeyde güneşe maruz kalması iyi bir uyum sağlamaktadır.
Aşıklı Höyük’te çalışan araştırma ekibinin tamamını kazı alanında göremezsiniz. Muhtemelen ekibin yarısı, alandan gelen tüm malzemeyi işlemek, kaydetmek ve analiz etmek için çalışıyor. Bu fotoğraf bana çok tanıdık gelen bir sahne. Son saha çalışmalarım sırasında, Aşıklı Höyük’ün birkaç saat batısındaki bir kazı alanında zamanım bu iki kişi gibi geçti. Bu iki kişi yüzdürme ve ıslak eleme düzeneğinde çalışıyor. Kazılan dolgu toprağı, torbalar içinde tepeden aşağıya taşınır ve bu varilde yıkanır. Dolgu toprak, varilde gerili duran ince bir ağ üzerine dökülür. Su, varilin tabanından pompalanır ve buradan kare şeklindeki tanka taşar. Böylece tortudaki tüm ince tozlar ve kir temizlenir ve taşma noktasında her türlü kömür veya kömürleşmiş bitki malzemesi yakalanmış olur.
Kazı ekibinin ağaçlar ve bitkiler hakkında bilgi edinebilmesi ancak çeşitli nedenlerle yanan ve kömürleşerek günümüze kalan örneklerle olur, bunlar suda yüzer. Burada gördüğünüz genç kadın yüzdürülmüş malzeme dolu file torbaları kuruması için asmış. Sağda ise örnekler serilmiş, kurutulmuş ve ayıklanmıştır, ki bu da botanik bilgisi gerektirir.
Aşıklı Höyük’e ilk yerleşenler, burayı yıl boyunca ihtiyaç duyacakları her türlü gıdayı alabilecekleri bir yer olduğu için seçmiş olmalılar. Doğada yetişen yabani buğday, einkorn hasatı ile ilgilenmeye başladılar. Tahıllar, mahsulü olgunlaştığında hasat etme, saklayabilme, sonraki aylarda yiyebilme imkanını sunuyordu. Yabani einkornların bir kısmını ekmiş bile olabilirler. Yani çiftçiliğe doğru ilerliyorlardı.
Bu slaytı, arkeoloji ve paleo-botaniğin işbirliğinin, bu tarih öncesi dönemi incelemek için gerekli disiplinler arası ortaklıklardan biri olduğuna dikkat çekmek için koydum. On ya da on iki bin yıl öncesinin doğası nasıl yeniden inşa edilir? Bozulmuş, karbonlaşmış emmer buğday ile einkorn buğday taneleri arasında ayırım nasıl ayrım yapılır? Buradaki elektron mikrografında, bir tahıl tanesinin rakisi görülüyor; tane ve bitki sapı arasındaki küçük parça. Yabani buğdayda, rakis olgunlaşan tahıl tanesini serbest bırakır. Ancak insanlar buğday ekmeye ve mahsulü yıldan yıla hasat etmeye başladıkça, rakisin taneyi tuttuğu, bu nedenle de hasatın harmanlanması gereken bir varyant ürettiler. Harman, rakisi kırıyor ve tane ile samanı ayırıyordu. Bu yüzden arkeo-botanikçi, bozulmamış – ve dolayısıyla yabani – rakis veya kırık rakis parçalarını arayacaktır – kırık rakis, buğdayın ciddi şekilde kültüre alındığı anlamına gelir.
Arkeolojik tortunun ıslak elenmesi, tüm toz ve kirden arınmış, güzelce yıkanmış malzeme ile sonuçlanır.
Ekibin kurumuş artıkları ayırmak için çok zaman harcaması gerekir, çünkü küçük boncuklar, en küçük yontma taş aletler, balık kılçığı ve küçük kemirgen kemikleri gibi şeyleri burada bulurlar.
Büyük kemikler de önemlidir. Arkeozoologlar, bir dizi türün parçalanmış kemiğini tanıyabilmelidir. Yerleşimin ilk aşamalarında insanlar çeşitli hayvanları avlıyorlardı, ancak koyunlar her dönemde en sık avlanan hayvandı.
Ve bir de kuşların, küçük memelilerin, balıkların, kurbağaların, ve diğer hayvanların kemikleri var.
Bu ekipteki uzmanların işi. Her türün kemiklerinin cinsiyetinin belirlenmesi ve hayvanın ölüm yaşının tahmin edilmesi gerekir. Bizim bulmak istediğimiz ise, koyun gibi bir türün yaban doğada mı avlandığı, yoksa Aşıklı Höyük halkının örneğin koyun ve keçileri evcilleştirme yolunda mı olduğu sorusunun cevabıdır.
Aşıklı Höyük ekibi bu alanda çok önemli bazı öncü araştırmalar yapıyor. Araştırmacılar en erken dönemlerden itibaren koyunlarının yerleşim yerinde tutulduğunu gösterdiler. Bu evcilleştirme süreci için en erken kanıtlardan biridir. Toprak bilimciler de, dış mekanların zeminlerinden aldıkları mikro-morfolojik örneklerde koyun dışkısı tespit edebildiler.
Arkeo-zoologlar ise öncü bir çalışmayla, gelişmiş fetüslerle yeni doğmuş hayvan iskeletleri arasındaki farkı tanımlayarak, gebe koyunların yerleşim yerinde doğum yaptığını gösterdiler. Ve en son olarak da, bilim insanları, dış mekan toprak yüzeylerinde bulunan ve koyun idrarı olduğu düşünülen örneklerden koyun DNA’sını almayı başardılar.
Dönelim nispeten basit bir işe, koyun kemiklerinin sayımına. Bu bir yaban koyunu. Bu grafik, en alttaki en erken seviyelerden en üstteki en geç seviyeye kadar her bir tabakadaki hayvan kemiklerinin oranını gösterir. Çubukların koyu kısmı koyuna işaret eder. Yani başlangıçta etin yaklaşık üçte birini koyunların sağladığını görebiliriz, ancak hayvanlar evcilleştikçe giderek daha fazla et sağladılar. Burada gördüğümüz, hayvan evcilleştirme sürecinin bir Neolitik topluluğun yaşam sürdürme stratejisini nasıl değiştirdiğidir.
Tekrar kemikler. Evlerin zemininin altında gömülü bulunan insan kalıntıları, ekibe yerleşimin nüfusuna dair bir örnek sağlıyor. Topluluğun demografik profili adım adım oluşturulabilir. Öldükleri andaki sağlık durumları da önemlidir. İlk çiftçi topluluklarının daha az sağlıklı bir diyete ve daha az sağlıklı bir yaşam tarzına sahip olduğuna dair bir şüphe vardı – örneğin hayvanlardan hastalıklara yakalanma tehlikesi olduğu düşünülürdü. Aşıklı Höyük ve güneybatı Asya Neolitik Dönemine ilişkin genel kanı, insan hayatının zor olduğudur, bu da şaşırtıcı değil. Hastalık izleri ve kırık kemik örnekleri var. Ama genel olarak avcı-toplayıcı atalarından daha kötü durumda değillerdi.
Aşıklı Höyük’te yaşam için gerekli olan alet ve silahlar neredeyse tamamen obsidiyenden yapılmıştı, Hasan Dağ sıradağlarının uzak ucunda bulunan ocaktan çıkarılan siyah volkanik cam. Üretim sürecinden kaynaklanan atık yontular da dahil olmak üzere, tüm bu güzel yapılmış malzemelerin ayrılması, ölçülmesi, sayılması ve bir kısmının ustalıkla çizilmesi gerekir.
Aşıklı Höyük, şu anda devam etmekte olan Neolitik kazılar arasında kilit öneme sahip olanlardan biridir. 30 yılı aşkın bir sürede, teknikler ve analiz yöntemleri kazı yeri ile etkileşimli bir süreçte geliştirildi. Aşıklı Höyük’ten öğrendiklerimizle Türkiye’nin güneydoğusunda, Suriye, İsrail, Ürdün, Kuzey Irak ve Batı İran’da öğrendiklerimizi bir araya getirdiğimizde, Neolitik Dönem’in nüfus artışının hızlandığı bir dönem olduğunu görebiliriz. Önceki yüz bin yıl veya milyonlarca yıllık insan tarihöncesi ile karşılaştırıldığında, Güneybatı Asya’daki insan toplulukları, büyüyen ve hacmi genişleyen yerleşimlerde birlikte yaşıyorlardı. Kültürel buluşlar hızlanmıştı. Gerçekten de bir dönüşüm dönemiydi.
Mihriban Özbaşaran hepsini nasıl başarıyor bilemiyorum. Araştırma projesini organize ediyor, yönetiyor; Amerika, Fransa, Almanya, Hollanda, İsrail’den dikkate değer uluslararası araştırmacı ekibini bir araya getiriyor ve elbette çok sayıda araştırma öğrencisi ve doktora sonrası araştırmacısı var. Tüm çalışmaları birleştiriyor ve yılda üç ya da dört ortak yazarlı bir dizi bilimsel makaleye öncülük ediyor. Aynı zamanda ders veriyor ve birçok insanı kazı alanı ve araştırmacı ekibiyle bir araya getiren bir dizi toplum projesi üzerinde çalışıyor. Ve aynı zamanda da harika bir kazı uzmanı.
Sanat ve Arkeoloji Yolu ile Kültürlerarası Diyalog Projesi T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Avrupa Birliği’nin mali desteği ile hayata geçirilen “Ortak Kültür Mirası: Türkiye ve AB Arasında Koruma ve Diyalog-II (CCH-II) Hibe Programı” kapsamında hibe desteği almıştır. Programın Sözleşme Makamı, Merkezi Finans ve İhale Birimidir. “Ortak Kültür Mirası: Türkiye ve AB Arasında Koruma ve Diyalog-II (CCH-II) Hibe Programı”, Türk ve AB kuruluşları arasında ortaklaşa uygulanan ortak kültürel miras faaliyetlerinin teşvik edilmesini ve geliştirilmesini amaçlamaktadır. Bu hibe programının genel hedefi, kültür, sanat ve kültürel miras yoluyla sivil toplum diyaloğunun, kültürel miras konusunda uluslararası işbirliğinin geliştirilmesi ve Türkiye’de kültürel değerlerin teşvik edilmesidir.
Bu web sayfası Avrupa Birliğinin maddi desteği ile hazırlanmıştır. İçerik tamamıyla Aşıklı Höyük Dostları Derneği sorumluluğu altındadır ve Avrupa Birliğinin görüşlerini yansıtmak zorunda değildir.