Arkeolog Frank Dibble’nin bu yazısı The Conversation’da 18 Kasım 2022 tarihinde yayınlandı. https://theconversation.com/with-netflixs-ancient-apocalypse-graham-hancock-has-declared-war-on-archaeologists-194881
Yazıyı Creative Commons ilkelerine uygun olarak iktibas ediyoruz. Yazının aslını, İngilizce sayfamızda okuyabilirsiniz.
Netflix’in son derece popüler yeni dizisi, “Kadim Uygarlıklar” (İngilizce aslı “Ancient Apocalypse”) arkeologlara yönelik topyekun bir saldırı. Kadim insanları araştırmanın önemini çok iyi bilen, ve toplumun diyaloğa çok önem veren bir arkeolog olarak, ben de bu saldırıya karşı topyekun bir savunmanın gerekli olduğunu hissediyorum.
Yazar Graham Hancock, “Kadim Uygarlıklar” dizisinde, Atlantis efsanesine bağladığı, gelişmiş bir küresel buzul çağı uygarlığı hakkındaki epey eskimiş teorisini savunmak üzere geri dönüyor. Bu dizide ve kitaplarında ortaya koyduğu tezi, bu ileri uygarlığın herşeyi yıkıp mahveden bir tufanla yok olduğu yönünde.
Hancock’a göre bu gelişmiş uygarlıktan hayatta kalanlar, “basit” avcı-toplayıcılara tarımı, mimariyi, astronomiyi, sanatı, matematiği ve “uygarlık” bilgisini öğrettiler. Bu konunda çok az kanıt bulunmasının nedeni ise, kanıtın denizlerin altında olması ya da bu felakette yok olmuş olması.
Daha ilk bölümde Hancock’un iddia ettiği gibi “Belki de ana akım akademinin aşırı savunmacı, kibirli ve tepeden bakan tavrı bizi bu olasılığı düşünmekten alıkoyuyor.”
Graham Hancock’un Türkiye’de de gösterime giren Netflix dizisi “Kadim Uygarlıklar”ın tanıtım videosu https://www.youtube.com/watch?v=DgvaXros3MY
“Sözde-balık” savunması
“Kadim Uygarlıklar”ın açılışında Hancock, kendini, bir arkeolog veya bilim adamı olarak tanımlanmayı reddediyor. Bunun yerine kendisine “insanın tarihöncesini araştıran” bir gazeteci diyor. “Gazeteci” etiketi, Hancock’un “sözde arkeolog” veya “sahte bilim adamı” olarak nitelendirilmesini çürütmesine yardımcı olacak kurnaz bir seçim. Dizinin dördüncü bölümünde, kendisinin de ifade ettiği gibi, bu, yunusa “sözde-balık” demek gibi olurdu.
Bir arkeolog olarak benim bakış açıma göreyse, dizi şaşırtıcı (veya belki de şaşırtıcı olmayan) bir şekilde Hancock’un gelişmiş, küresel bir buzul çağı uygarlığı teorisini destekleyecek kanıtlardan yoksun. Hancock’un ziyaret ettiği ve aslında buzul çağının sonlarına yakın olan tek yer, Türkiye’deki Göbekli Tepe.
“Kadim Uygarlıklar” dizisinde Göbeklitepe’yle ilgili yanlış bilgi ve yorumlar için: https://arkeofili.com/arkeolojinin-gozunden-kadim-uygarliklar-belgeseli/
Bunun yerine Hancock, Kuzey Amerika’daki birkaç höyüğü, Meksika’daki piramitleri ve Malta’dan Endonezya’ya uzanan bölgeleri ziyaret ediyor. Hancock, bunların hepsinin teorisini kanıtlamaya destek olduğundan emindir. Ancak, bu ören yerlerinin tümü arkeologlar tarafından ayrıntılı olarak incelenmiş ve yayınlanmıştır. Ve çok sayıda kanıt bunların buzul çağından binlerce yıl sonraya ait olduğunu göstermektedir.

Hancock, izleyicilerin “sözde uzmanlara güvenmemeleri” gerektiğini savunuyor ve bunun yerine onun anlatısına güvenmeleri gerektiğini ima ediyor. Sık sık ve sert ifadelerle “sansür uygulayan” “ana akım arkeologlara”, “sözde uzmanlara” sataşıyor. Altıncı bölümde söylediği gibi, ne de olsa “arkeologlar daha önce de yanıldılar ve yine yanılabilirler”.
Alberta Üniversitesi’nde aşırı sağ gruplar tarafından sözde arkeolojinin kullanımı ve Amerikan yerlilerinin mirasının silinmesi üzerine çalışan doktora adayı Steph Halmhofer, arkeologları hedef alan bu saldırıların, okuyucular nezdinde, Hancock’un uzman olduğu hissiyatını güçlendirme işlevi gördüğünü öne sürüyor. Halmhofer bunu şöyle açıklıyor:
“Bütün mesele komploculuk ve Hancock’un bir komplonun kurbanı olarak konumlandırılması. ‘Kadim Uygarlıklar’ın her bölümünde izleyicilere önerilen alternatif geçmişin, kesin kanıtlar olmamasına rağmen doğru olduğunu hatırlatmak için, arkeologlar ve diğer akademisyenler hakkındaki bu aşağılayıcı sözlerin tekrar tekrar söylenmesi gerekiyor. Bu sözde gelişmiş uygarlığın kimler olduğunun belirsizliği, Netflix yapımı bir dizide yer almasının verdiği inandırıcılıkla birleştiğinde, ‘Kadim Uygarlıklar’ı, hayali bir efsanevi geçmişi şekillendirmek isteyenler için kolayca kalıptan kalıba girebilecek bir kaynak haline getirecek.”
Sözde arkeolojinin tehlikeleri
Son on yılda, komplo teorilerinin ve uzmanlara duyulan güvensizliğin dünyayı nasıl etkilediğini gördük. Araştırmalar, sözde arkeolojinin – özellikle de entelektüel karşıtı söylemle ifade edildiğinde – nasıl daha tehlikeli komplocu düşüncelerle örtüşebileceğini gösterdi.
Elbette, arkeologlar olarak, sıklıkla yanıldığımızı kabul ederiz. “Arkeoloji 101” dersi veren veya yeni bir araştırma için fon başvurusu yapan her akademisyen, yeni kanıtların geçmiş tasavvurumuzu nasıl güncellediğini de belirtir. Bilimde her uzmanlık alanının görüşlerini yeni kanıtlarla güncellemesine rağmen, Hancock’a göre, tarihin her yeniden yazımı, “sözde uzmanlar” dediği arkeologlara güvenilmemesi gerektiğinin yeni bir işaretidir.
Hancock tarafından sık sık tekrarlanan iddianın aksine, bugün hiçbir arkeolog taş devri avcı-toplayıcılarını veya ilk çiftçileri “basit” veya “ilkel” olarak görmüyor. Onları karmaşık insanlar olarak görüyoruz. İzleyicilerin kafasını arkeologlara güvenmemek konusunda doldurmak, Hancock’un gezdiği ören yerlerini yeniden tarihlendirmek için döngüsel mantık kullanmasına da olanak tanıyor.
Hancock’un teorilerinin şaibeli kökenleri
Hancock, “Magicians of the Gods” (“Tanrı’nın Büyücüleri”) adlı kitabında, teorilerinin “sonuçları”nın “tarihçiler ve arkeologlar tarafından henüz hiçbir şekilde dikkate alınmadığı”ndan hareketle, “uygarlığın kökenleri hakkında bize öğretilen herşeyin yanlış olma olasılığı üzerine de kafa yormamız gerektiğini” iddia ediyor. Oysa arkeologlar, akademik yayınlarda, televizyonda ve ana akım medyada onun teorilerini defalarca ele aldılar.
Hancock’un sözde arkeolojisinin tarihini araştıran akademisyenlerin karşı karşıya kaldığı en çarpıcı durum, “tarih paradigmasını devirdiğini” iddia ederken, herşeyi kapsayan teorisinin yeni olmadığını kabul etmemesi.
Akademisyenler ve gazeteciler, Hancock’un fikirlerinin, Amerikan Kongresi üyesi Ignatius Donnelly’nin 1882’de yayınlanan, ve tezleri çoktan çürütülmüş “Atlantis: The Antediluvian World” (“Atlantis: Tufandan Önceki Dünya”) adlı kitabında çıkan fikirlerin “geri dönüştürülmüş” hali olduğuna dikkat çekiyorlar.

Donnelly de 10.000 yıl önce tufan tarafından yok edilen gelişmiş bir uygarlığa – Atlantis’e – inanıyordu. Hayatta kalanların Amerikan yerlilerine çiftçiliğin ve anıtsal mimarinin sırlarını öğrettiklerini iddia ediyordu.
Pek çok sözde arkeoloji anlatısı gibi bu iddialar da, beyazların üstünlüğünü savunan fikirleri pekiştiriyor, Amerika’nın yerli halklarının zengin miraslarını unutturuyor ve bunun yerine bütün primi uzaylılara veya beyaz insanlara veriyor.
Hatta Hancock, 1995 tarihli “Fingerprints of the Gods” (“Tanrıların Parmak İzleri”) adlı kitabında Donnelly’den doğrudan alıntı yaparak şunları iddia ediyor: “Yol sistemi ve karmaşık mimari ‘İnkalar çağından daha eskidir’, ve her ikisi de ‘beyaz, kumral saçlı adamların işiydir.’” “Kadim Uygarlıklar” dizisinde ten rengi üzerine konuşulmasa da, hem Donnelly’nin hem de Hancock’un, beyaz ve sakallı bir Quetzalcoatl‘ın yerli halklara bu “kayıp uygarlıktan” kalan bilgileri öğrettiği tezini özetleyen “sakallı” Quetzalcoatl (eski bir Meksika tanrısı) öyküsü tekrarlanıp duruyor.
Hancock’un Donnelly’nin ırk odaklı “bilim”ini taklit etmesi “Mysterious Strangers: New Findings About the First Americans” (“Esrarlı Yabancılar: İlk Amerikalılar Hakkında Yeni Bulgular”) adlı makalesinde daha açık bir şekilde görülür. Donnelly gibi, Hancock da Yerli Amerikan sanatında ve (çoğunlukla hatalı tercüme edilmiş) mitolojide “Kafkas” ve “zenci” ırkını andıran görsel eserler bulur, hatta Donnelly ile aynı heykellere dikkat çeker.
Bu tür bir “ırk bilimi”nin, hele de Atlantis ve Aryanlar arasında, çok sayıda Nazi “arkeolog” tarafından önerilen güçlü bağlar olduğunu görüşünün çağı geçti, bu görüşler çoktan çürütüldü.
Bütün bu nedenlerle arkeologlar Hancock’a karşılık vermeye devam edecekler. Hancock’un iddia ettiğinin tersine, “ondan nefret etmiyoruz,” sadece onun hatalı olduğuna şiddetle inanıyoruz. Hancock’un kusurlu düşünceleri, yerli halkların kendi kültürel miraslarıyla övünemeyecekleri anlamına geliyor.
Netflix, Antik Kıyamet’i bir belgesel dizisi olarak etiketliyor. IMDB buna belgesel diyor. İkisi de değil. Akademisyenlere karşı dramatik bir söylemi silah gibi kullanan sekiz bölümlük bir komplo teorisi.
Flint Dibble İngiltere’de Cardiff Üniversitesi Tarih, Arkeoloji ve Din Okulunda Marie-Sklowdowska Curie araştırma görevlisi olarak çalışan bir arkeolog. Araştırmalarının yoğunlaştığı konu antik Yunan’da yemel kültürü. Şu sıralar “Tarihte Girit’in Zooarkeolojisi” başlıklı bir proje yürütüyor.
https://www.cardiff.ac.uk/people/view/2559423-dibble-flint
Flint Dibble Neolitik çağ, arkeoloji ve sahte-bilim, sahte-arkeoloji konularında sosyal medyada düzenli paylaşımlar yapıyor. https://twitter.com/FlintDibble ve https://www.youtube.com/c/flintdibble